7 Kasım 2012 Çarşamba

'Sultan' dizisi neden kaldırıldı?

'Brothers and Sisters' dizisini seyreden var mı aranızda? 'Sultan' dizisi yayınlanlamaya başlamadan önce çevremdeki altyazılı film seyredebilecek hemen herkese Brothers and Sisters dizisini seyretmelerini tavsiye ederdim. Bu dizide çatışma çözme yöntemlerinin en sağlıklılarını görme imkanımız var. Yanı sıra, bir aile olmanın nasıl bir şey olduğuna dair farklı (bana göre daha sağlıklı ve daha özlemini çektiğimiz tarzda) tanımlar ve uygulamalar görüyoruz, yani kendi aile tanımlarımızdan farklı olarak. Bir aile dizisi olan bu dizide tüm bireyler bir şekilde ve bir zamanda kendi olma, özgün olma savaşlarını veriyorlar ve eninde sonunda destek de görüyorlar, çünkü aile destek olan, demek. Öyle her şey günlük gülistanlık da değil dizide: dışlanma, küçümsenme, yalan söyleme, hapse düşme, birine zarar verme, boşanma, ölüm, hastalık gibi pek çok sıkıntı da yaşanıyor ama bu sıkıntılarla yapıcı bir şekilde baş etmeyi, aile bireyleri hep birlikte, birlik olarak öğreniyorlar, kendi çıkış yollarını, umudu yaratıyorlar.



 Sultan dizisini internetten izlemeye başlayıp da, Brothers and Sisters dizisine bu saydığım yönleri ve konuları içermesi bakımından ne kadar çok benzediğini fark ettiğimde, önce şoka girdim. İlk aklıma gelen düşünce, kesinlikle bir psikologla çalışıyorlar, hem de olumlu yönelimli bir psikolog bu, oldu. Bir süre, bölümleri arka arkaya seyrettim ve hemen eşimi de bu filmi seyretmeye davet ettim ('Film' yazdığımı şimdi fark ettim, belki de o sıradan dizilerden ayırmak istememin bilinçdışı bir tezahürüdür, ya da o diziyi film seyredermiş gibi zevk alarak seyrettiğimin bir işareti).
Biz karı-koca filmin hayranı olup çıktık. Hemen facebook'ta herkesin görebileceği şekilde 'Sultan dizisini mutlaka seyredin!' yazmak istedim ama onun yerine sevdiği diziler kısmında işaretlemeyi seçtim. Çekindim belki de o an. Seslendirme bu kez türkçe olduğu için de, kayınvalideme, anneme, onların arkadaşlarına, kendi arkadaşlarıma, kimi gördüysem 'Sultan'ı tavsiye ettim...




Geçen hafta internetten seyrettiğim bölümün, meğer final bölümü olduğunu sonradan fark ettiğimde, ikinci bir şoka girdim. Ben daha dizinin tanıtımını çok fazla yapamamışken, hele ki bu kadar kıymetli bir dizi nasıl ve de neden ekranlara veda ediyordu? Birçok dizide olduğu gibi görüntülerin ve müziklerin hayran bıraktırdığı bu dizide, birçok dizide olmayan, birçok türk dizisi ile karşılaştırıldığında oldukça tutarlı bir çizgide yazılmış ve detaylara oldukça önem verilmiş bir senaryo ve yine birçok dizide ne yazıkki olmayan ve önemsenmeyen çok çok güzel oyunculuk vardı. Kerim'i, Sultan'ı, Aziz'i, özellikle bizi kendisine hayran eden ve atlamadan seyrettiğimiz karakterlerdi. Bu açıdan bu üç oyuncuyu Hüseyin Karaca'yı, Nurgül Yeşilçay'ı ve Settar Tanrıöğen'i  bu noktada takdir etmeden geçemeyeceğim. Bir de Ayşe karakterini canlandıran Nur Sürer'i ve Dicle'yi canlandıran Hande Dane'yi. Evde bir ara eşimle konuşurken her birinin taklidini yaparken buldum kendimi: "Baan bakın, babanız sahın duymasın" Nur Sürer gibi dudaklarımı ve harfleri uzatıp vurgulayarak, ya da "ma ana, hiç eyle olur?" derken. Taklit edemediğimiz bir 'kerim' karakteri vardı herhalde, onun eline su dökülemez :) Bir süre de "heyırdır, heyırdır" deyip dolaştık etrafta. Ama en çok söyledim replik şu oldu: "Sultan, Sultan, ne Sultan!". Her ne zaman Serhat baan sürekli Didem dedi, her şeyi baan sordu, beni sorumlu tuttu, işte o vakıt ben de böyle bağırdım ona :) Bir ailenin bir diziyi ve karakterlerini bu kadar içselleştirebilmesi için o diziyi gerçekten çok sevmiş ve değerli görmüş olması gerekir.
Peki bu kadar güzel ve kıymetli bir dizi neden ekranlara veda etmiş olabilir? Belli ki birden bire alınan bir karar olmuş, yoksa son bölüm diye seyrettiğimiz bölümde bir sürü soru işareti bırakmazlardı. Belli ki senaryonun devamı var ama artık ekranda yayınlanmasına son verilmiş. Böyle olduğu kanısına varmak beni rahatlatıyor, çünkü böylece dizinin başka bir kanalda yeniden yayınlanmaya başlamasına dair bir umudun oluşmasını da sağlıyor. Bana göre 'Sultan' bitmedi, sadece durduruldu. Devamı olacak ama ne zaman, onu bekleyip göreceğiz..
Sağlıcakla kalın.



...

3 Ekim 2012 Çarşamba

"Portobello Cadısı"

Paulo Coelho - Can Yayınları - 2.Basım
Çev.Celal Üster

AÇIKLAMA
Okumaya başladığımda sürükleyici yapısı ile beni içine çeken ve elimden ve hafızamdan bırakmak istemediğim, oysaki benim için ortasına geldikten sonra gerçek anlamda bir şeyler söylemeye başlayan etkileyici bir roman Portobello Cadısı. Romana katkı sağlayan birçok kişinin hayata dair sorgulamarına ve saptamalarına tanık oldum ve ister istemez ben de kendi kendimi bunları sorgularken buldum.
Bu kitapta işlenen "yol gösterici" temanın, şu an anlamaya ve olmaya çalıştığım kişi olma sürecimle paralellikler taşıdığını düşünüyorum. Önce sorgulatıyor, çok bekletmeden yanıtları veriyor, ve sonra sorgulamaları ve saptamaları aralara serpiştiriyor. Hep kötü bir şey olacakmış izlenimi yaratmasına rağmen, hep güzelliğe doğru gidiyor.. Büyüleyici! Gerçekten büyük bir zevkti bu kitabı okumak..

ALINTILAR ve YORUMLAR

Hayata Dair Sorgulamalar ve Saptamalar

"Peki o zaman, hayatımızdaki en önemli şeylerin bir anda yok olup gittiğini görmenin acısından kaçımız kurtulacağız? Yalnızca bizim için çok önemli olan insanlardan değil, düşüncelerimiz ve düşlerimizden de söz ediyorum" - Başlarda bu soruya verilen yanıtı büyük bir merak içinde bekliyor ve bir yandan da seziyordum. Bu ve bunun gibi pek çok yerde, sahip olduğunu ve kontrol edebildiğini sanma yanılgısının yansımalarına şahit oluyordum:

"Bizler attığımız her adımı denetim altında tutmak, her kararımızı bilinçli olarak vermek, neye bağlılık duyacağımızı seçebilmek isteriz. Sevgide böyle olmaz; sevgi gelir, yerleşir ve her şeyi yönetmeye başlar. Ancak çok güçlü kişilikler kapılıp gitmeye açıktır.."

"Tiyatro ritüelse dans da ritüel. Dahası, karşındakiyle yakınlık kurmanın en eski yollarından biri. Dans ederken, bizi dünyaya bağlayan önyargılardan ve korkulardan arınıyor sanki, kendin olmanın tadını çıkarıyorsun. ... Ama dans bittikten sonra eski halimize geri dönüyoruz; aslında inandığımızdan daha önemli olmaya çalışan ürkek insanlara dönüşüyoruz yeniden."

"...Gelmiş geçmiş en saygın psikanalizcilerden biri olan Carl Gustav Jung'a göre, hepimiz aynı pınarın suyunu içiyorduk. Buna 'dünyanın ruhu' deniyordu. Bağımsız bireyler olmak için ne kadar çaba harcarsak harcayalım, belleğimizin bir bölümü aynı kalıyordu. Hepimiz güzellik, dans, tanrısallık ve müzik idealini arıyorduk. ... toplum, bu ideallerin gerçekte nasıl belirmesi gerektiğini tanımlamaya çalışır. Örneğin, şimdilerde ideal güzellik zayıf olmaktır ama binlerce yıl önce tanrıça imgeleri şişmandı. Aynı şey mutluluk için de geçerlidir. Bir dizi kural vardır, eğer bu kurallara uymazsan bilincin mutlu olduğun düşüncesini reddeder."

"...sevgi her şeyi dönüştüren bir duygudur... her şeyi değiştiren gücü hep denetim altında tutmaya çalışmışsınız. Tutku çok zaman önce ölüp gitmiş, çünkü hepiniz birbirinize alışmışsınız. Bu yüzden dünya size geçen yıl ne verdiyse onu veriyor, ne fazlasını ne eksiğini. Ve ruhlarınızın karanlığında, hayatınızda hiçbir şeyin değişmediğinden yakınıp duruyorsunuz sessizce. Neden? Çünkü hayatınız büyük bir meydan okumayla karşılaşmadan sürüp gitsin diye, her şeyi değiştiren gücü hep denetim altında tutmaya çalışmışsınız."

"Hep kimsem o olmak istiyordum ama bunu bir türlü başaramıyordum. Hep başkalarını etkilemeye, zekice sözler söylemeye, annemi babamı memnun etmeye çalışıyor, gerçekten yapmak istediğim şeyleri yapabilmek için her yola başvuruyordum. Hep yolumda kan, gözyaşı ve irade gücüyle ilerlemeye çabalıyordum, ama dün gece yanlış yolda olduğumu anladım... savaşmaya değmeyecek şeyler uğrunda savaşıyordum. Sevgi örneğin. İnsan sevgiyi ya hisseder ya da hissetmez, bu dünyada onu sana hissettirecek güç yoktur. ... Ben özgürce sevmek istiyorum ve çevremdeki insanların da özgürce sevmelerine izin vermek istiyorum. ... 'Ben, şimdi, buradayım' diyerek sokakta yürümek..."

"...Yüce Ana burada, çok daha yakınımızda, çocuklara mutluluk, bedeni üstünde yürüyenlere güç veriyor. İnsanlar neden gözlerinin önünde duranı, gerçek mucizeyi görmezden gelir de, çok daha uzaklardaki bir şeye inanmayı yeğlerler; anlaşılır gibi değil."

Daha önce üzerinde pek düşünmediğim ve hayatımda giderek artan öneminin pek farkında olmadığım için belki de benim için en çarpıcı paragraf şuydu:
"Evet. O(oğlum) Sevgi'nin en eksiksiz belirtisi. Oğlumun benden alınabileceği olasılığı belirdiği zaman, işte o zaman kendimi buldum ve hiçbir zaman hiçbir şeye sahip olamayacağımı ya da hiçbir şeyi yitiremeyeceğimi kavradım." 'Kendimi buldum'u şöyle yorumluyorum: başkalarına yardım etmek, yol göstermek bir yere kadar. Yardım ettiğimi düşündüğüm insanlardan övgüler almaya başladığımda, hayatımda gerçekten önemli olan şeyleri unutmamalı, beğenilmenin ve takdir edilmenin şehvetine kapılmamalıyım. ve bunu kendime söylüyorum..

Geliştirici ve Terapötik Kısımlar

"Hiçbir şeyin kesin olmadığını, her birinin nasıl algılandığına bağlı olduğunu gördüm. Kim olduğumuzu anlamanın en iyi yolu, çoğu zaman başkalarının bizi nasıl gördüğünü öğrenmektir. Bu, başkalarının bizden yapmamızı beklediklerini yapmamız gerektiği anlamına gelmez; ama kendimizi daha iyi anlamamıza yardımcı olur." Psikolojide buna kör benliğin algılanması deniyor. Yani başkaları tarafından bilinen ama benlik tarafından bilinmeyen yanların tanınması. Böylece kendi davranşlarımıza en iyi biçimde tanıklık edebilir ve davranışlarımızın diğerlerinin duyguları üzerindeki etkilerini değerlendirmeyi öğreniriz (I. Yalom, Bağışlanan Terapi, s.126).